Merhaba Edinburgh!

Geçen yazımda güzel haberi sizlerle paylaşmıştım. Edinburgh Üniversitesi’ndeki görevime Ekim başı itibariyle başladım. Yapay zeka alanında araştırmalarıma devam ederken, bir taraftan da hoca olarak görev alacağım. Her şey hala kaotik tabii, ama alışıyorum. Ve tabii söz verdiğim gibi, İskoçya taraflarından sesleniyorum.
En zor kısımlardan bir tanesi ev bulma kısmı oldu. Buranın öğrencisi çok malum, ev sayısı da limitli olunca, ev savaşları daha çok oluyor. Benim dezavantajım uzaktan ev bulmaya çalışmak oldu. Bir taraftan Londra’da çalışırken bir taraftan da ev bulmayı istemek biraz mucizeymiş. Tabii sürecin başındayken, ne kadar zor olabilir ki diyordum ki gerçekten zormuş 🙂 Şöyle bir örnek vereyim. Evleri dolaşabilmek içi iki-üç hafta önceden ayarlamak gerekiyordu. Bazı evleri 20-30 kişi ile beraber dolaştığım zamanlar oldu. Hatırladıkça bile kalbim sıkışıyor gerçekten… Birkaç kere Edinburgh’a git gel yapmak durumunda kalsam da nihayetinde başımı sokacak bir çatım oldu. Evet, ama diyorum ya mucize… Gene aynı ülke içerisinde ev değiştirmeye çalışmak daha kolay. En azından ülkenin dinamiklerini bile bilmek, düzgün bir ev bulmak için gerekli. Zaten farklı ülkelerden gelenler çoğunlukla geçici bir evde kalıp, buraya geldikten sonra ev bakma işine başlıyorlar, haksız da değiller…
Gelelim üniversiteye. Bana burası Boğaziçi Üniversitesi ortamını hatırlatıyor, belki de ondan sevdim ilk görüşte. Aynı enerjiyi mülakata geldiğimde de hissetmiştim. Hatta Londra’dan taşınmayı hiç düşünmeyen ben, üniversitenin kapısından çıkarken “burası beni işe almazsa gerçekten üzülürüm” cümlesini kurmuştu. Bazen insan kendini şaşırtıyor evet. İlk haftalar biraz koşuşturma, biraz insanları tanımak, biraz bölümü tanımak derken adaptasyonla geçiyor. En çok araştırma grubumdaki insanlarla vakit geçiriyorum. Mesela öğle yemekleri beraber yeniyor, her fırsatta bir aktivite yapılıyor. Kısacası sosyallik önemli maddelerden biri. Her araştırma grubunda olduğu gibi düzenli seminerler var. Bazı haftalar da havadan sudan konuların konuşulduğu seminerler var. Mesela bu hafta ekipten biri pokerin kurallarını ve pokeri nasıl oynamak gerektiği konusunu anlatacak. Ben de ne anlatacağımı şimdiden düşünmeye başlasam iyi olur 🙂
Bir sonraki evre, üniversitede beraber çalışılabilecek ekipleri bulmak. Farklı grupları farklı bölümleri keşfedip, “Merhaba ben geldim, böyle şeyler yaptım ve şunlar da yapmak istediklerim” şeklinde bir kendini göstermek gerekiyor. Ben gelmeden şöyle bir hata yaptım, daha önce bana gelen birçok hakemlik görevine evet dedim. Tüm bu curcuna içerisinde bir de hakemlik yapmaya çalışmak inanın hiç keyifli değil. Geldiğimden beridir haftasonlarım dahil hep bir şeyleri yetiştirmekle geçiyor. Sanırım bir on gün daha bu tempodayım, sonra biraz nefes…
Üniversitede keyifler yerinde, e peki şehir nasıl dediğinizi duyar gibiyim. Henüz çok keşfetme fırsatım olmadı açıkçası, üniversite-ev civarları dışına pek çıkamadım. Ara sıra ufak kaçamaklar yapmıyor değilim. Mesela en merak ettiğim konulardan biri türk market bulur muyum kısmıydı. Yani alışveriş yapmak için çıldırdığımdan değil de, ola ki canım bir şey çekti acaba bulur muyum kısmıydı beni ilgilendiren. Akla gelebilecek her şey var açıkçası, hatta Londra’da bulamadıklarım burada dersem inanır mısınız? :)Şimdilik her şey yolunda. Bakalım ne hikayeler yaşayacak, neler görecek, neler anlatacağım. Bekleyip görelim!
Kasım 2019 Paros Dergisi’nde yayımlanan yazım.