Yine Yeni Bir Konferans, Yeni Bir Şehir

Yeni bir konferans macerası ve yeni bir şehir! Bu kez Polonya topraklarındayım, Varşova’dan bildiriyorum.
Yanılmıyorsam Nisan-Mayıs ayı gibi makalelerimizi göndermiştik. Ardından değerlendirilme süreci, kabul edilmesi derken her şey zaman alıyor. Eylül ortası gelmiş henüz konferansa yeni geldik. Biraz heyecan vardı çünkü ilk defa geldiğim bir konferanstı, ve herkes yeni sayılırdı. Şimdi böyle ortamlarda girişken olmak çok zor olabiliyor, özellikle yalnız başınıza ordaysanız. Ben bu sefer şanslıydım, aynı üniversiteden giden sanırım 6-7 kişiydik, öyle olunca kaynaşmak da çok zor olmadı. Ama yalnız gelen öğrencileri gözlemledim biraz. Bir kere İngilizce anadil değilse, bu her zaman bir zorluk yaratıyor. Mesela kimi öğrenciler gerçekten ezberledikleri sunumları sundu, soru cevap kısmında da hiçbir etkileşim olamadı. Bu gruptaki öğrenciler sunup kaçtılar. Görevimi yerine getirdim artık gidebilirim şeklinde koşarak uzaklaştılar demek de yanlış olmaz… Bu YANLIŞ! Her ne olursa olsun orada kalmak, entegre olabilmek için emek sarf etmek lazım. Mesela gitmeden önce kim sunum yapacak, hangi üniversite grupları orada olacak her şey belli. Ufak bir araştırma sonucu konuşmak istediğiniz kitleyi gözünüze kestirmeli, ve onlara yaklaşıp kendinizi tanıtmalısınız. Birçok sosyal ortam oluyor. Mesela kahve molaları, gala yemekleri, sosyal aktiviteler, posterler, demo sunumları… Benim aklımda bir iki isim vardı, ama onları görünce iletişim kurmaktan gerçekten çekindim. Sunumları biraz atarlı geçince, bu bende bir korku yarattı ister istemez. Yani bana da not, bu YANLIŞ! Bir dahaki sefere gidip konuşmalısın Nadin… Yoğun geçen bir haftanın ardından, haftasonumu da Varşova’yı gezmeye ayırdım tabii 🙂
Varşova Notları
İlk defa Polonya’ya gitme fırsatı buldum, biraz heyecanlıydım açıkçası. Kullandıkları dilin İngilizce olmaması ayrı bir zorluk yaratıyor. Lehçe ayrı bir dünya gerçekten, yani anlamadığınızı görüyorlar ısrarla konuşmaya devam ediyorlar. Hayır yani yeterince uzun konuşursanız Lehçe’yi çözemeyeceğiz bu gerçeği bir kabul edelim… Para birimleri de euro değil, zloti diye bir birim. Neyse ki her yerde temassız kart geçiyordu o kısımda bir zorluk yaşamadık. Fiyatlar genel olarak uygun ve servis kalitesi bence iyiydi gayet. Kendi yaptıkları özel bir mantı vardı onlar çok güzeldi. Biraları hiç beğenmedim, Londra bira konusunda aşırı iyi olunca ne içersem beğenmiyorum sanırım. Ha bir de Erywan isimli bir Ermeni restoranı buldum, aşırı güzel bir kebap yedim ve çalışanlara Ermenice bir selam çaktım.
Şehirde yapılacak çok bir şey yoktu, ben biraz uzun kaldığım için böyle oldu tabii. Şehir merkezi ve Eski Şehir kısımları gayet güzel. Aklında ne kaldı derseniz, adım başı yer alan Nero kahvecileri ve Chopin. Chopin şehrin sembolü olmuş resmen, her yerde klasik müzik etkinlikleri vardı. Varşova, İkinci Dünya Savaşı esnasında çok yıkım görmüş, biraz üzücü bir şehir o yüzden. Tüm müzeler savaş zamanları ile ilgili, açıkçası ben gitmedim. Bir de Lazienki isimli bir parkları vardı, orayı çok beğendim. Sonbahar zamanına denk geldiğim için, tüm renkler muazzamdı. Son gün etrafta dolanırken ana bir caddenin kapatıldığını gördüm. İleriye doğru bakınca koca koca tanklar duruyordu, ülke karıştı diye düşündüm. Ne yapacağımı bilmeden ilerlerken konferans binamıza asılan Nazi bayraklarını gördüm, ve etrafta dönem kıyafetleri giyen bir sürü insan ve askerler. Her şeyin bir film seti olduğunu anladığım an ne kadar rahatladığımı anlatamam. Malum travmalar ülkesinden geliyoruz, her şey normal geliyor…
Ay gene makale yazalım da gidelim bir yerlere, bu döngü hiç bitmesin.. Nereye çufçuflasak ki bu kez?
Ekim 2018 Paros Dergisi’nde yayımlanan yazım.